Günlerdir Hamas ile İsrail arasındaki çatışmaları konuşuyoruz. Normal olarak bütün gündemimiz bu çatışma etrafında dönüyor. İsrail, belki de bugüne kadar verdiği en büyük kaybı yaşadı ve yılların zalimi başımıza mağdurluk kesildi. Yani büyük bir yenilgi yaşadılar ve bu çatışmaların hem bölge hem de dünya gündemini etkileyeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Zaten etkilemeye de başladı.
Birçok ülke, özellikle batılı ülkeler, İsrail lehine tavır aldı ve bu tavırla bazı hamleler yaptılar. Bu hamlelerin en büyükleri arasında ABD’nin Akdeniz’e İsrail’e destek olmak amacıyla iki UÇAK GEMİSİ göndermesi yer alıyor.
İsrail’in F35 dahil ciddi bir hava gücü var mı? Evet, var. Peki, Gazze’de Hamas’ın bu uçaklara karşı koyabilecek silah sistemleri var mı? Hayır. Peki, İsrail’in Gazze veya Filistin’in herhangi bir noktasını vurabilecek uzun menzilli ve etkili füzeleri var mı? Evet. Gazze veya Filistin’de herhangi bir anti-balistik hava savunma sistemi var mı? Hayır.
Yani İsrail, Hamas’a karşı bir savaş açacaksa, ihtiyacı olan şey kesinlikle Hava Gücü değil.
O zaman ABD neden bu uçak gemilerini gönderiyor?
Bahsettiğimiz uçak gemilerinde bulunan toplam uçak sayısı savaş uçağı sayısı kadar. O zaman Amerika, İsrail’in hiçbir hava savunma kabiliyeti olmayan düşmanı olan Hamas’a karşı mı gönderiyor bu uçak gemilerini? Elbette bu çok mantıklı değil.
ABD neden uçak gemilerini Akdeniz’e gönderdiği konusunda birden fazla ihtimal bulunuyor ve bu ihtimallerden biri, bu geminin yani uçak gemisinin Türkiye’yi Suriye’de bastırmak için gönderildiği ihtimali.
Bu yüzden gündemdeki gelişmelerden biraz sıyrılarak, olaya biraz daha geniş bir perspektiften bakalım.
Gazze’de İsrail’in hava saldırılarını engelleyecek bir güç olsaydı, muhtemelen fosfor bombaları hakkında bu kadar fazla konuşmuyor olurduk. Bu arada fosfor bombası nedir, kısaca açıklayalım çünkü son günlerde İsrail’in Gazze’ye attığı fosfor bombalarından bahsediyoruz. Bu bombanın ne olduğundan ise pek az bahsediyoruz.
Fosfor bombası, kesinlikle yasak olan ve insanlık dışı bir silah olan bir tür kimyasal silahtır. İçeriğinde beyaz fosfor denilen bir kimyasal madde bulunur. Beyaz fosfor, havayla temas ettiği anda kendiliğinden yanmaya başlar ve 800 derece sıcaklığa ulaşabilir. Bu, insan derisinde ciddi yanıklara neden olabilir ve yanma başladığında genellikle durdurulamaz. Genellikle kemiklere kadar etki eden ciddi yanıklardan bahsediyoruz. Bu bomba havada patlar ve beyaz fosfor parçacıkları hızla yanmaya başlar. Yanmaya devam eden bu parçacıklar çevresinde yangınlara neden olur, tarım arazilerini ve su kaynaklarını zehirler. Fosforun dumanını solumak, insanların ciğerlerinin işlevini kaybetmesine ve ölmesine neden olabilir. Yani bu, son derece dehşet verici bir silahtır. Ayrıca havada patlayıp parçacıklarını yaydığı ve dumanıyla zarar verdiği için hedefe yönelik olmayan bir patlayıcıdır. Bu nedenle, 1980 tarihli Konvansiyonel Silahlar Anlaşması’na göre kullanımı suç teşkil eder. Ancak buna rağmen İsrail, son operasyonlarda bu silahı birçok kez kullanmıştır.
Aslında mesele sadece son operasyonlarla sınırlı değil. İsrail, hemen hemen her seferinde bu silahı kullanmaktadır ve dünya bu duruma sessiz kalmaktadır. İsrail’in Gazze’ye düzenlediği terör saldırılarında, sadece son saldırılarda değil, hayatını kaybeden küçük çocukların bir kısmı nefes alamadan vefat etmiştir. İsrail’in böylesine aşağılık bir mühimmatı bu kadar pervasızca kullanabilmesinin temelinde iki neden vardır. Birincisi, dünya topluluğunun sessizliği ve ikincisi, Gazze’nin hava saldırılarına karşı koyacak herhangi bir savunma gücünün bulunmamasıdır.
Neden ABD, hiçbir hava saldırısına karşılık veremeyecek durumda olan Gazze’ye iki uçak gemisi gönderdi? İki uçak gemisi demek yaklaşık 300 savaş uçağı demek, ve bu uçaklar en son teknolojiye sahip. Bu eylemin İsrail’le dayanışma amacı taşıdığını düşünmek mantıklı olmayabilir, çünkü Gazze’deki olaylarla doğrudan ilişkilendirilmiş gibi görünmüyor. Bu durumu düşündüğümüzde, aklıma sadece iki olası neden geliyor. Birincisi, İsrail’in bu Hamas saldırısını bir bahane olarak kullanarak daha büyük planlar peşinde olduğu ve topraklarını genişletme hedefi taşıdığı olabilir.
Eğer ‘Peki, bu nasıl olacak?’ sorusuna cevap arıyorsak, mevcut sahadaki gelişmelere bir göz atmak bile pek çok şeyi açıklayabilir. İlk olarak, çatışmanın başlangıcından bu yana yaşananları kısaca hatırlayalım. Lübnan’dan Hizbullah saldırıları, Suriye’den İsrail’e yönelik tacizler, bu olayları oluşturuyor. Tüm bu bilgilere dayanarak, şu senaryoyu oluşturabiliriz: İsrail, kara harekâtıyla Gazze Şeridi’nin en azından bir kısmını ele geçirmeyi planlıyor gibi görünüyor. Ya da Gazze’i de bir kaç parçaya bölerek parçaları birbirinden kopartmak, sonra da yutmak. Ardından, Suriye’ye yönelik top atışlarına gerekçe olarak Suriye’nin güneyine saldırabilir, bu sayede Suriye’nin güney bölgelerinde de toprak kazanma amacı taşıyabilir.
Günümüz dünyasında toprak kazanma gibi savaş nedenleri geride kaldı gibi düşünmek yanıltıcı olabilir. Ancak, İsrail’in büyümeye devam ettiğini göz ardı etmemeliyiz. Aynı zamanda, Suriye şu anda belki de hiç olmadığı kadar uygun bir konumda bulunuyor, bu fırsat bir daha ortaya çıkmayabilir. Lübnan’dan Hizbullah’ın İsrail’e yönelik saldırıları da İsrail’in bu tür eylemleri bahane ederek Lübnan’a saldırıp toprak kazanma amacı taşıdığını gösteriyor olabilir. Bu, başarılı olup olamayacakları tartışmasına girmekten ziyade, şu an için bu tür bir planın devrede olabileceği bir olasılıktır.
Eğer böyle bir plan varsa, Amerika’nın gönderdiği uçak gemisi anlamlı bir hamle olabilir. Çünkü bu 300 savaş uçağı, büyük ölçekli bir İsrail planında oldukça etkili bir rol oynayabilir.
Şimdi ikinci ihtimal olan ve daha fazla ilgi çeken, aynı zamanda daha güçlü görünen ihtimali ele alalım. ABD’nin uçak gemilerini Türkiye’nin Suriye’de yapmayı planladığı operasyonları durdurmak amacıyla getirmiş olabileceğini düşünüyorum. Bu gemiler aracılığıyla Türkiye’ye baskı yapma girişiminde bulunuyor olabilir. Şu anda ‘Peki, nasıl?’ sorusunu sorduğumuzda ise bu ilginç tesadüflerden kısaca bahsetmek gerekiyor.
Ankara’da bir terör saldırısı yaşandı ve bu saldırı sonrasında teröristlerin Suriye’den geldiği tespit edildi. Türkiye, yasal haklarını kullanarak Suriye ve Irak’taki terör yuvalarını imha etmeye başladı. Bu operasyonlar, Suriye’deki PKK uzantılarının ciddi şekilde dağılmasına neden oldu.
Bu durum, ABD’yi oldukça rahatsız etti ve hatta Türk bir insansız hava aracını düşürdüler. Bu olay, NATO için bir ilkti, bir NATO ülkesi başka bir NATO ülkesine saldırıda bulunmuştu.
İnsansız hava araçlarına yapılan müdahalelerde personel kaybı yaşanmıyor, bu nedenle diplomatik tepki farklı bir boyutta oldu. Yani, savaş uçağının vurulması kadar büyük bir tepki verilmedi, ancak Cumhurbaşkanımız bu konudaki kararlı duruşunu net bir şekilde ifade etti. “Bu olay, milli hafızamıza kazındı ve zamanı geldiğinde gerekenler yapılacaktır.” dedi.
Zamanı geldiğinde gerekli adımlar atılacaktır, bundan şüpheniz olmasın. Ancak bu olay, Türkiye ile ABD ilişkilerini hiç olmadığı kadar gerdi. Hatta ilişkiler, ABD’nin Türkiye’yi açıkça bir tehdit olarak ilan etmesine kadar gitti. ABD Başkanı, iki gün önce Suriye’de ilan edilen ulusal acil durumun uzatılmasına karar verdi ve bu kararı açıkladığı konuşmasında Türkiye’yi açıkça düşman olarak tanımladı. Türkiye’nin Suriye’deki askeri operasyonlarının bölgedeki barışı ve güvenliği tehlikeye attığını ifade etti, hatta bu durumu daha da ağırlaştırarak Türkiye’nin sivilleri riske atmakla suçladı. Başka bir deyişle, ABD’nin Suriye’deki son ulusal acil durumu uzatma nedenlerinden biri başlıca olarak Türkiye ile ilişkilendirildi.
Türkiye, gereken cevabı elbette verdi, ancak asıl önemli konu, bu süreçte atılan adımların kendisi. Yani iki uçak gemisinin Akdeniz’e gönderilmesi ve tüm bu olayların aynı döneme denk gelmesi, pek çok soru işaretini beraberinde getiriyor.
ABD’nin Suriye’de Türkiye’yi bir tehdit olarak gösterirken bölgeye uçak gemilerini getirmesi ile Türkiye’nin operasyonlarını engellemeye çalışıyor olabilirler mi? Yoksa bu hareket sadece İsrail ile ilgili planları için mi gerçekleşti? İşte bu noktada, bu gelişmelerin arkasındaki gerçek nedenleri anlamak oldukça karmaşık bir hal alıyor.
Kalın sağlıcakla.