Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Meclis’te yaptığı son konuşmada, Türkiye’nin bir savaşa gireceğini net bir şekilde duyurdu. Erdoğan’ın açıklamaları öncesinde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de benzer mesajlar vermişti. Yapılan bu açıklamaların ardından Milli Güvenlik Kurulu (MGK), savaşın nasıl şekilleneceği, nerede başlayacağı ve hangi stratejik adımların atılacağı konularını kapsamlı bir şekilde ele aldı. Bu kritik görüşmeler dün sabah saat 01:43’te gerçekleştirildi.
Önümüzdeki Salı günü, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) başta olmak üzere tüm muhalefet partilerine bu süreç hakkında detaylı bilgi verilmesi bekleniyor. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, bu kritik gelişmeler hakkında önceden bilgilendirildiği ve duruma ilişkin kapsamlı bir değerlendirme yapıldığı ise üç gün önce kamuoyuna duyurulmuştu.
Birlik ve beraberlik vurgusu
Türkiye’nin içinde bulunduğu bu kritik süreçte, devletin tüm katmanlarıyla bir birlik ve beraberlik mesajı vermesi oldukça önemli. Meclis’teki tüm partilerin bu konuda bilgilendirilmesi, Türkiye derin devlet aklı çerçevesinde hayata geçirilen bir stratejik hamle olarak öne çıkıyor.
Türkiye’nin karşı karşıya olduğu kritik süreçte, en büyük tehditlerden birinin içerden gelebileceği düşüncesiyle, iç cephemizi sağlamlaştırmaya yönelik adımlar atılıyor. Normal şartlarda, muhalefetiyle bilinen Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) ve Genel Başkanı Özgür Özel’in, böyle bir dönüş yapması beklenmezdi. Ancak, yaklaşan tehlikenin büyüklüğü bu değişimin gerekliliğini ortaya koyuyor.
Türkiye’nin her an bir savaşın içine girebilir.
Türkiye’nin her an bir savaşın içine girebileceği gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu nedenle, iç cepheyi sağlam tutmak, ülkenin geleceği açısından hayati bir önem taşıyor. Savaşın ne zaman patlak vereceği belirsiz, ancak bir gecede her şeyin değişebileceği ihtimali göz ardı edilemez.
Son dönemde İsrail’in Şam dahil, Ortadoğu’daki birçok noktaya yönelik hava saldırıları gerçekleştirdiğini görüyoruz. Hatırlatmakta fayda var; hem Suriye’de hem de Irak’ta Türk askerleri de bulunuyor. “Bir gece ansızın savaşa girebiliriz” söylemi bazılarına ütopik gelebilir, ancak tehlikenin ne kadar yakında olduğunu anlamalıyız.
İdlib, her an patlamaya hazır bir bölge ve dış güçlerin müdahalelerine oldukça açık. İsrail, bölgedeki saldırılarını sürdürüyor ve Ortadoğu’nun neredeyse hiçbir noktasında Türkiye’nin güvenli bir alanı kalmadı. İsrail, Birleşmiş Milletler de bahaneler üreterek, “Hizbullah unsurları İdlib’e kaçtı” gibi iddialarla bölgeyi bombalayabilir. Böyle bir senaryoda, oradaki Türk askeri güçlerinin de çatışmaların içine çekilmesi muhtemel.
Sadece Suriye değil, Musul ve Kerkük gerçeği de Türkiye’nin karşı karşıya olduğu diğer büyük riskler arasında. İsrail, geçtiğimiz günlerde Irak’a da saldırı düzenleyerek Ortadoğu’daki gerginliği tırmandırmaya devam ediyor. Irak’ta da on binlerce Türk askeri bulunduğu göz önüne alındığında, bu çatışmaların Türkiye’yi doğrudan savaşa sürükleyebileceği gerçeği daha da netleşiyor.
Anadolu’yu kaybetmek
Geçtiğimiz günlerde Irak’taki bir Hizbullah benzeri yapı, İsrail’e füze saldırısında bulundu ve adeta İsrail’e alan açtı. İsrail de buna misilleme olarak Irak’a yönelik hava saldırısı düzenledi. Eğer benzer bir senaryo tekrar yaşanır ve İsrail Irak’ın içine kapsamlı bir hava harekâtı düzenlerse, o ateşin Türk askerlerine sıçraması an meselesi. Böyle bir durumda, “Bir şey olmaz, sineye çekelim” demek, Türkiye için büyük bir hata olur. Bu, Anadolu’yu kaybetmek anlamına gelir. O an, Türkiye için savaşın fiilen başlamış olduğu andır.
Devletin, iç birliği sağlama adına Türkiye Büyük Millet Meclisi ve ana muhalefet üzerinden oyun kurma stratejisinin sebebi de bu büyük ve yakın tehdit karşısında daha net anlaşılıyor. Tehlike kapımızda; Lübnan vuruluyor, Suriye’nin içi bombalanıyor ve Türkiye her an hedef alınabilir.
Son dönemde İsrail’in Suriye’ye yönelik gerçekleştirdiği hava saldırılarında dikkat çeken bir durum var: Suriye’nin hava savunma sistemleri devre dışı.
Bu durumu anlamak için 2011’de Esad’ın talebiyle Suriye hava sahasının Rusya tarafından yönetildiğini hatırlamak gerekiyor. Rusya, Şam ve Halep çevresine S-300 ve S-400 hava savunma sistemlerini konuşlandırdı ve Türkiye’nin PKK’ya yönelik operasyonlarında dahi bu sistemleri devre dışı bırakmadı. Türk uçaklarına senede bir kez izin verildi, o da mecbur kalındığında. Ancak İsrail’e karşı hiçbir kısıtlama uygulanmıyor, aksine Rusya, İsrail’in Suriye’yi bombalamasına göz yumuyor. İsrail savaş uçakları, Suriye hava sahasında serbestçe uçuyor ve hava savunma sistemleri hareketsiz kalıyor.
Rusya İsrail’e göz yumuyor!
Peki, Türkiye’ye karşı hava sahasını kapatan Rusya, İsrail’e neden bu kadar esnek davranıyor? Burada önemli bir soru devreye giriyor: Rusya, İsrail’e alan açarken, Amerika Birleşik Devletleri İsrail’i doğrudan destekliyor. İran ise eylemleriyle İsrail’in hareket alanını genişletiyor. Ortadoğu’daki bu güç oyunları, Rusya’nın küresel planları doğrultusunda İsrail’e verdiği stratejik desteği gözler önüne seriyor.
Rusya Devlet Başkanı Putin’in, Türkiye’ye doğrudan saldırmasa bile dolaylı yollarla tehdit oluşturabileceği ihtimali göz ardı edilmemeli. Putin, hava savunma sistemlerini devreye sokmayarak, İsrail gibi güçlerin Suriye’ye yönelik saldırılarının önünü açıyor ve Türkiye’nin sınırlarına yaklaşmalarına zemin hazırlıyor. Şu anda tam olarak bu strateji uygulanıyor: Rusya, Suriye hava sahasında denetim sağlamasına rağmen, İsrail gibi dış güçlere müdahale etmiyor ve dolaylı olarak Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden adımlar atıyor.
Esad İsrail’e hizmet ediyor.
İran, Rusya ve Esad rejimi şu anda aleni bir şekilde İsrail’e hizmet ediyor ve ona alan açıyor. Daha önce de söylediğimiz gibi, Esad’la bir görüşme yapılabilir, biz de sonuna kadar böyle bir adımın atılmasını istiyoruz. Ancak bunun sonucunda kayda değer bir şey çıkmayacağını da belirttik. Çünkü Esad’ın, Yahudi kökeni dolayısıyla İsrail’e karşı duramayacağını biliyoruz. İsrail, Suriye’nin içine girdiğinde, Esad ülkenin anahtarını altın tepside teslim etmeye hazır olacaktır.
Bu nedenle, Esad rejimiyle yapılacak bir anlaşmanın, bölgede dengeleri değiştirmeyeceği ve İsrail’e karşı gerçek bir direniş göstermeyeceği açıkça görülüyor.
Suudi Arabistan, Mısır, Lübnan ve İran gibi ülkeler, görünürde birbirine düşman gibi gözükse de, perde arkasında İsrail’le iş birliği yapıyorlar. Defalarca belirttiğimiz gibi, bu ülkeler, Arz-ı Mevud projesini hayata geçirmek için gizli bir tiyatro sahneliyor. Özellikle Suudi Arabistan, bu projenin en büyük destekçilerinden biri ve Müslüman gibi görünmesine rağmen, maalesef ki ne Suudi Arabistan ne de bu diğer ülkeler gerçek anlamda Müslüman değerlerini savunuyor. İran ise bu işin başını çekenlerden.
Bu tehlikeli oyun karşısında, belanın ne kadar büyük olduğunu anlıyor musunuz?
Lübnan’a yönelik saldırılar başladığında Dünya gündemini değiştirip Lübnan’ın işgali konuşulmasın diye aynı anda İran’ın İsrail’e füze fırlattığını iddia ediyor. Ancak, attığını söylediği yüzlerce füzenin karşılığında İsrail’de tek bir kayıp dahi yok. Yıkılan bir bina, kullanılamaz hale gelen bir askeri tesis bile bulunmuyor. İran “vurdum” derken, İsrail Lübnan’ı temizlemeye devam ediyor ve bu Dünya basınında yeterince yer bulmuyor ama İran’ın İsrail’e attım dediği füzeler bütün medyayı meşgul ediyor.
Kıyamet Savaşı, eninde sonunda sınırlarımızda patlayacak.
Son dönemde Gazze’nin gündemden neredeyse tamamen düşmesi dikkatinizi çekiyor mu? Peki, Batı Şeria, yani Abbas yönetimi hiç konuşuluyor mu? Bu, Safha Safha planının yürüdüğünün bir göstergesi. Bugün Lübnan’ı tartışırken, yarın Suriye ve Irak’ı konuşuyor olacağız.
Düşman, Putin de dahil olmak üzere çeşitli cephanelerle saldırmak için hazırlanıyor. Akdeniz cephesi, özellikle Güney Kıbrıs ve Ege Denizi’nden Yunanistan aracılığıyla harekete geçebilir. En büyük tehdit ise Suriye ve Irak sınırında belirecek. Bu bombalamalar sırasında sivillerin Türkiye’ye göç etmesi hedefleniyor ve bu, en tehlikeli senaryo.
Bir diğer husus ise, içerdeki gizli unsurları harekete geçirme çabaları.
Saldırılar bir değil, iki değil, en az 6-7 cepheden gelecek. Bu nedenle, devletimiz teyakkuz halinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türk Silahlı Kuvvetleri, bu duruma karşı dikkatli ve hazırlıklı. Halkımızın da tedbirli olması gerekiyor.
Tarih tekerrür ediyor; yedi düvelle tekrar savaşa gireceğiz. Ama bu sefer, emin olun ki, bir kıyamet savaşı olacak. Allah, devletimize ve milletimize yardım etsin. Bölgede savaşın çıkıp çıkmayacağı, savaşın yaygınlaşma olasılıkları hakkında tartışmalar artık çoktan geride kaldı.
Savaş çoktan başladı.
Kalın sağlıcakla.