Abdullah Öcalan
Abdullah Öcalan

Siyonizm tehdidini her dile getirdiğimizde, birçok kişi bunu sadece iç politika söylemi olarak değerlendiriyor. Ancak İsrail’in genişleme planlarına ve yöneticilerinin açıkladığı haritalara dikkatle bakarsak, durumun çok daha derin ve küresel bir tehdit olduğunu görmek mümkün. Bizim ülkemizde bazılarının bu durumu hafife alarak, önemsiz meseleler gibi tartıştığı bir ortamda, Türkiye sınırlarına kadar gelen bir yangını söndürmeye çalışıyoruz.

Ortadoğu’da büyük bir kırılma noktasına doğru hızla ilerliyoruz. Bu kırılma, sadece bölgesel değil, küresel dengeleri de etkileyecek bir süreç. Binlerce yıllık tarihsel tecrübemiz, bugüne kadar yaşanan gelişmeleri anlamamıza yardımcı olduğu gibi, önümüzdeki olayların da tahmin edilmesine ışık tutuyor. Bu süreçte, geçmişten aldığımız derslerle geleceği doğru okumamız gerekiyor.

Bölgedeki gelişmeleri yakından takip etmek ve ulusal güvenliğimiz için gerekli adımları atmak, sadece bir devlet politikası değil, tarihsel bir sorumluluktur.

Lübnan’daki Türkmenler ve Bölgedeki Tehlikeli Jeopolitik Gelişmeler

Lübnan’da yaşananlar bizi ilgilendirmiyor gibi düşünmek büyük bir hata olur. İsrail, bölgedeki Türkmen köylerini sistematik olarak bombalıyor ve yerinden ediyor. Özellikle Golan bölgesinde yaşayan Türkmenler bu saldırıların en büyük mağdurlarından biri. Lübnan’da hatırı sayılır bir Türkmen nüfusu bulunuyor ve bu topluluk, tarih boyunca bölgenin dengelerini etkilemiş önemli bir unsur olmuştur.

İran ve Rusya’nın desteğiyle, Lübnan adeta savaşmadan İsrail’e teslim ediliyor. İsrail’in Lübnan ve Suriye üzerinden Türkiye’ye komşu hale gelme çabaları, bölgedeki YPG/PKK unsurları üzerinden ilerliyor. Bu durumun, uzun vadede Türkiye için ciddi güvenlik sorunları doğuracağı aşikâr.

Siyonizm tehdidini her dile getirdiğimizde, birçok kişi bunu sadece iç politika söylemi olarak değerlendiriyor. Ancak İsrail’in genişleme planlarına ve yöneticilerinin açıkladığı haritalara dikkatle bakarsak, durumun çok daha derin ve küresel bir tehdit olduğunu görmek mümkün. Bizim ülkemizde bazılarının bu durumu hafife alarak, önemsiz meseleler gibi tartıştığı bir ortamda, Türkiye sınırlarına kadar gelen bir yangını söndürmeye çalışıyoruz.

Ortadoğu’da büyük bir kırılma noktasına doğru hızla ilerliyoruz. Bu kırılma, sadece bölgesel değil, küresel dengeleri de etkileyecek bir süreç. Binlerce yıllık tarihsel tecrübemiz, bugüne kadar yaşanan gelişmeleri anlamamıza yardımcı olduğu gibi, önümüzdeki olayların da tahmin edilmesine ışık tutuyor. Bu süreçte, geçmişten aldığımız derslerle geleceği doğru okumamız gerekiyor.

Bölgedeki gelişmeleri yakından takip etmek ve ulusal güvenliğimiz için gerekli adımları atmak, sadece bir devlet politikası değil, tarihsel bir sorumluluktur.

Devlet Bahçeli’nin Kritik Mesajları ve Kürt Meselesindeki Stratejik Hamleler

Devlet Bahçeli’nin son dönemde yaptığı kritik konuşmalar, sadece gündelik siyasetin bir parçası değil, gelecekte yaşanacak önemli gelişmelerin habercisi niteliğinde. Bahçeli, Kürt hareketinin Büyük Türkiye idealinin bir parçası haline gelmesini ve içerideki tüm aktörlerin hizaya çekilmesini hedefliyor. Bu söylemler, Türkiye’nin iç siyasi yapısının savaşa hazırlık sürecinde yeniden şekillendiğinin önemli göstergelerinden biri.

Türkiye, adım adım bir savaşa doğru ilerliyor. Bu, er ya da geç gerçekleşecek bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Türkiye’nin savaşa girmesi halinde, iç bütünlüğün sağlanması hayati bir önem taşıyor ve Bahçeli de bu süreçte kritik adımlar atarak toplumsal birliği sağlamak için girişimlerde bulunuyor. Hatırlanacağı üzere, Bahçeli birkaç hafta önce PKK’nın Meclis’teki uzantısı olarak görülen “DEM Parti” ile tokalaştı ve bu hareket, büyük bir yankı uyandırdı.

Bahçeli’nin “Öcalan TBMM’de DEM Parti grup toplantısında konuşsun, terörün bittiğini açıklasın, ardından da umut hakkı için başvurusunu yapsın” şeklindeki açıklaması, Türkiye’nin gelecekte iç cephede birliği sağlama çabasının bir parçası olarak değerlendirilmeli. Bu hamle, sadece sembolik bir jest değil, aynı zamanda savaş öncesi Türkiye’nin iç cephedeki dayanıklılığını artırma stratejisi olarak okunmalı.

Bahçeli’nin bu sözleri, sadece bir siyasi konuşma değil, Ankara’da derin yankılar uyandıran stratejik bir hamle olarak değerlendirilmeli. Bu açıklamanın arkasında çok daha büyük ve kapsamlı planlar yatıyor. Bahçeli’nin bu hamlesi, Türkiye’nin gelecekteki iç ve dış politika hamlelerine ışık tutan bir mesaj niteliği taşıyor ve birçok kişinin tahmin bile edemeyeceği daha büyük olayların habercisi olabilir.

İçerideki birlik ve beraberlik için!

Bahçeli’nin bu kritik açıklamaları, Türkiye’nin iç ve dış politikasında köklü değişikliklerin kapıda olduğunun işareti. Savaş öncesi dönemde, iç cephede birliği sağlama çabaları hız kazanırken, Bahçeli’nin stratejik hamleleri bu sürecin en önemli taşlarından biri.

Devlet Bahçeli’nin yaptığı son konuşmanın önemli boyutu var. Türkiye’nin 40.000 şehidi, binlerce yetimi, dul kalmış aileleri ve öksüz evlatlarıyla yüzleştiği acı gerçek. Bu gerçekler, dile getirilmesi zor ve her gündeme geldiğinde toplumsal bir patlama noktasına geliyor. Sayın Bahçeli’yi anlatmama gerek yok; herkes onun devletin en derinlerinden gelen, sırlarla dolu bir siyasetçi olduğunu bilir. O, hiçbir zaman sıradan bir politikacı olmadı. Fakat bugün, bardağın kırılma noktasına yaklaştığımızı hepimiz fark ediyoruz.

Evet, “Bu kadar şehit verdik, ülke 2 trilyon dolara yakın zarar gördü, hala bölgede kaçak elektrik kullanıp bedelini bize ödetenler var” diyebilirsiniz. İçlerindeki gizli kimliklerle devleti sömüren bir güruhla barış mı yapılacak? Elbette böyle bir şeyin imkansız olduğunu herkes biliyor. Böyle bir anlaşmanın devleti yerle bir edeceği aşikâr. Bu konuyu şimdilik bir kenara bırakalım; ileride bununla ilgili detaylı bir yazı yazacağım.

Bugünkü Bahçeli’nin konuşması, aslında son dönemde yaşadığımız diğer olaylarla da bağlantılı. Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan da sadece üç gün önce dikkatlerden kaçan şu cümleleri dile getirdi: “Ne 782 bin kilometrekare vatan toprakları üzerinde ne de Misak-ı Milli coğrafyası üzerinde bir ameliyata müsaade etmeyiz.” Bu ifadeler, Türkiye’nin bölgesindeki gelişmelere karşı duruşunu net bir şekilde özetliyor.

Chp kasıtlı bir şekilde milleti uyutuyor!

Biz İsrail’in yayılmacı politikalarına dikkat çektikçe, tüm delillere rağmen ana muhalefetin başını çeken bazı çevreler, bu uyarılarımızı abartılı buluyor. Siyonizm tehlikesini dile getirdiğimizde, İsrailli yöneticilerin açıkladığı haritaları görmezden gelip, bu meseleleri iç politika olarak nitelendirenler var. İsrail’den daha İsrailci olan bu çevreler, İsrailli yetkililer sessiz kalırken, onların adına konuşmaktan çekinmiyor. Bu çevreler, ülkenin gerçek sorunlarını görmezden gelirken, biz ise bölgemizdeki yangını söndürmenin mücadelesini veriyoruz.

Rakı masalarında geyik muhabbeti yapanlar, bizim verdiğimiz mücadelenin ciddiyetini anlamıyor olabilir. Ama biz, Türkiye’yi bu tehlikelerden uzak tutmanın hesabını yapıyoruz. Ve şunu özellikle belirtmek isterim ki, bu mücadele, sadece Türkiye’nin değil, tüm bölgenin geleceği için hayati bir önem taşıyor.

Bahçeli’nin bu konuşması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları, Türkiye’nin sınırları ve güvenliği konusunda geri adım atmayacağını bir kez daha teyit ediyor. Ülkemizi bölgesel tehditlerden korumak için her türlü adımı atarken, toplumsal bütünlüğü sağlama mücadelesi de en önemli önceliklerimizden biri.

Türkiye olarak yalnızca savunma sanayimizi güçlendirmekle kalmıyoruz; aynı zamanda milletimizin birlik ve beraberliğini de sağlamlaştırma mücadelesi veriyoruz. Bu, ülkemizin bekasını koruma yolundaki en önemli stratejilerden biridir. Birileri televizyonlara çıkıp, “Korkmayın, kim bize saldıracakmış?” diye küçümseyebilir, ancak biz bu söylemleri dikkate almıyoruz. Üzerimize büyük bir tehlike geliyor ve biz, devletimizi ve milletimizi bu ateşten uzak tutmanın mücadelesini veriyoruz.

Muhalefet liderleri, “Elle tutulur bir şey yok, siz İsrail’in saldıracağını uyduruyorsunuz,” diyebilir. Fakat onlar rahat bir şekilde rakı masalarında konuşurken, biz devlet olarak üzerimize gelen bu çığdan korunmaya çalışıyoruz. Ülkemizin karşı karşıya olduğu tehdit artık kesinleşmiş durumda. Cumhurbaşkanımızın hemen her konuşmasında bu tehlikeye dikkat çekmesi, Türkiye’nin birden fazla cephede aynı anda savaşın içine çekileceğini gösteriyor. En tehlikelisi ise iç cephe olacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da vurguladığı gibi, savunma sanayimiz güçlü olsa da, iç cephemizin sağlamlığı bundan daha bile önemli.

Erdoğan’ın bu uyarısı, sadece iki cümle ile ifade edilmiş olsa da, altında yatan anlamlar çok derin. Yaklaşan tehlike nedeniyle Meclis’te gizli oturumlar düzenleniyor, ancak hala bazı çevreler “Bir şey olmaz,” diyerek tehlikeyi küçümsüyor. Öte yandan, Türkiye’nin içinde bir kaos ortamı oluşturulmak isteniyor. Planlanan bu kaosun hemen ardından bir cephe savaşı başlatılacak ve bu senaryo çoktan hazırlanmış durumda. O halde, biz de bu gerçekleri tüm topluma anlatmak zorundayız.

Bugün Lübnan’da yaşananlar, bölgedeki tehlikenin boyutlarını açıkça gözler önüne seriyor. Lübnan’dan bize ne dememek gerekiyor. Lübnan’da yoğun bir Türkmen nüfusu var, Golan’dan kuzeye kadar Türkmen köyleri mevcut. İsrail bu Türkmen köylerini bombalıyor ve boşaltıyor. İran ise bu Türkmen varlığını inkar etmeye çalışıyor, “Buralarda sadece Şii Müslümanlar var,” diyerek gerçeği örtbas etmeye çalışıyor. İran, Suriye ve Rusya’nın Lübnan’ı savaşsız bir şekilde İsrail’e teslim etmesi, bölgedeki denklemleri daha da karmaşık hale getiriyor.

Hizbullah gibi aktörlerden söz edilirken, Lübnan’ın elden gittiği gerçeği gözden kaçmamalı. Bu gelişmeler sadece Gazze ile sınırlı değil; İsrail, Lübnan ve Suriye’ye girecek ve Türkiye’ye YPG/PKK aracılığıyla komşu olacak. Bu tehlikeyi daha önce defalarca dile getirdik. Amerika ve İran’ın kontrol ettiği alanlarda PKK/YPG ile iş birliği yapılıyor ve bu güçlerin Suriye’ye inerek birleşmesi, İsrail’i Türkiye’nin kapısına getirecek.

Rusya, İran ve Esad rejimi, İsrail’in dolaylı müttefikleri olarak Türkiye’ye karşı konumlanmış durumda. Bu üçlü, doğrudan Türkiye’ye karşı bir tehdit oluşturuyor ve bu tehdidin baş aktörü malum devlet. Özellikle bölgede bulunan Türkmen varlığı, Türkiye için stratejik bir öneme sahip. Irak, Suriye ve Lübnan’da bulunan Türkmenler, bölgenin kadim halklarından biri olarak büyük bir tehdit altında. Ancak devletimizin hamleleriyle, bu soydaşlarımızın Türkiye’ye güvenli bir şekilde transferi sağlanacak. Yaklaşık 101.000 Türkmen kardeşimiz, Türkiye’nin himayesi altına alınacak.

Her bir soydaşımızın canı bizim için değerlidir ve bu insanları İsrail’in bombaları altında bırakmak söz konusu bile olamaz.

Allah’a emanet olun.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şunlar da hoşunuza gidebilir

Ve Küreselciler Tarım Arazilerini Sabote Etmeye Başladı!

Tarım alanlarında tırtıl istilası: Birçok ürün tehlike altında Trakya ve Marmara Bölgesi’ndeki…

Turan Yükleniyor.

Dün, yeni bakanların atanmasıyla birlikte Türk devletlerinin başkanlarının Türkiye’ye Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın törenine katılması, büyük bir gövde gösterisiyle dünyaya sunuldu. Bugüne kadar benzer bir tören gerçekleşmemişti ve böyle bir katılım da görülmemişti. Artık herkes gözlerini Türkiye’ye ve Türk dünyasına çevirmiş durumda.

Aselsan Katar’a satıldı(!)

Kuklaya değil kuklacıya bakmak gerekir. Geçenlerde Devletin tepesi Katar’a ziyaret gerçekleştirdi. Bu…

Türk Birliği Geliyor 2.bölüm

Batı neden güçlü? Bu soruyu kendinize kim bilir kaç defa sordunuz?  …