Son dönemde dünyanın dört bir yanında yaşanan olaylar, Türkiye için ciddi tehditlerin kapıda olduğunu gösteriyor. Bir yandan Amerika, milyarlarca dolarlık uçak gemilerini ve nükleer denizaltılarını Akdeniz’e gönderiyor; diğer yandan ise yine milyarlarca doları bulan askeri yardımlar, İsrail devletine aktarılıyor. Bu bölgeye sevk edilen Mark 84 gibi bombalar, büyük bir çatışmanın habercisi gibi. Ama esas mesele, Türkiye içinde de bir şeylerin kaynadığını hissetmemiz.
Türkiye’nin içinde, bazı odaklar tarafından ayaklanma hazırlıkları yapıldığına dair duyumlar geliyor. Aynı zamanda, yeni bir virüs tehdidi gündeme taşınarak, kapanmaların tekrar konuşulması gerektiği medya tarafından pompalanıyor. Biz bunları gün gün daha önce anlatmıştık. Durmayacak bu süreç. Savaş, virüs, kriz derken, ilerleyen günlerde söylediklerimizin ne anlama geldiğini herkes çok daha net görecek.
Ülkemiz adım adım savaşın içine doğru gidiyor.
Türkiye’yi dışarıdan bir cephe savaşıyla yenmeleri imkânsız, bunu biliyoruz. Ancak içeride büyük bir ayaklanmayı başlatmak isteyecekler. Hazırlıklar bu yönde. Özellikle büyükşehirler ve Akdeniz sahil şeridi üzerinde bir plan yürütülüyor gibi. Yıllardır Türkiye’nin Akdeniz sahillerine yapılan yatırımların arka planında ne olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz. Kimse fark edemedi, ama hepsi oralara yerleşti. Turizm ve oteller adı altında birçok koy tamamen halkımıza kapatıldı. Bunun bir sebebi vardı; ileride Akdeniz’den bir saldırı geldiğinde, o bölgelerin birilerinin eline geçmiş olması gerekiyordu.
Güneydoğu Anadolu’da yaşananlar da başka bir boyut. Bir vekil çıkıp buranın “vaadedilmiş topraklar” olduğunu rahatça söyleyebiliyor ve binlerce kişi onu alkışlıyorsa, tehlikenin büyüklüğünü hâlâ idrak edememişiz demektir. Ayrıca, 1940’lı yıllarda içimize alınan ve eline Türk kimliği verilip aramıza sokulan bazı grupların bugün önemli bir nüfusa ulaştığını ve topyekûn hareket etmeye hazırlandıklarını görüyoruz. Bu grupların, Türkiye’nin en büyük para kaynaklarını ele geçirmiş olmaları, durumun ne kadar ciddi olduğunu gösteriyor.
Tüm bu gelişmeleri bir araya topladığımızda, ülkemizin içten ve dıştan ciddi bir kuşatma altında olduğunu görüyorum. Önümüzdeki günlerde bu tehlikelerin nasıl şekilleneceğini hep birlikte göreceğiz. Ancak unutmamamız gereken bir şey var: Türkiye’yi dışarıdan yıkmaları zor, ama içimizdeki ihanet en büyük tehlike.
Son gelişmeler, Amerika’nın sadece uçak gemileri ve nükleer denizaltılarla bu savaşa hazırlanmadığını açıkça gösteriyor. Amerikan merkezli Bloomberg’in yeni yayınladığı bir rapora göre, iç kargaşa beklenen ülkeler arasında Türkiye ilk sırada yer alıyor. Bu durum, düşmanın asla sadece bir cepheden taarruz etmediğini ve içeride bir zayıflık olmadığı sürece dış cepheden saldırıya geçmeyeceğini bir kez daha ortaya koyuyor.
Tarihte de örnekleri görüldüğü gibi, Osmanlı’da ve Kurtuluş Savaşı’nda da önce iç cephe hedef alınmıştı. Bu nedenle, Akdeniz ve Ege sahilleri stratejik açıdan her zaman kritik bir öneme sahip olmuştur. Bugün, cebinde Türk kimliği taşıyan ve “Burası bize vaad edilmiş topraklar” diyenlerin, Akdeniz ve Ege sahillerini büyük ölçüde ele geçirmiş olmaları, tehlikenin boyutlarını daha da netleştiriyor.
Bu bölgelerdeki durumun ciddiyetini anlamak için oralara gitmek ve görmek yeterli. Bizler turizm ile devletimizin kasasına para aktığını düşünürken, aslında çok daha farklı bir tablo var. Birileri sahilleri parsel parsel ele geçirmiş durumda. Kimisi otel yapmış, kimisi pansiyon, kimisi ise sahili tamamen kapatmış. Bu durumun dile getirilmesi, dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki’nin “Sahilleri temizleyeceğiz” açıklamasıyla gündeme gelmişti. Ancak, Özhaseki’nin bu açıklamasının ardından görevini bırakmak zorunda kalması, bu konuda nasıl bir baskı altında kaldığını gösteriyor. Sağlık sorunları öne sürülmüş olsa da, bu olay akıllarda soru işaretleri bırakıyor.
Şimdi ise, milletimiz daha bilinçli; sahillerde büyük bir tehlike olduğunun farkına varmış durumda. Tam da bu noktada, Savunma Bakanlığımızın ve Devlet Bahçeli’nin vurguladığı gibi, “Bir tek orduyu ve milleti kurtarabildik” sözünü hatırlayarak, Türk ordusunun yeni aldığı kararları değerlendirmek gerekiyor. Muğla Dalaman’da yeni bir hava üssü kurulması kararı, bu bağlamda son derece önemli. Muğla, özellikle bu bölgedeki işbirlikçilerin bir savaş esnasında nasıl bir rol oynayacaklarını görmemiz açısından stratejik bir öneme sahip.
Tüm bu gelişmeler, Türkiye üzerinde oynanan oyunların ne kadar karmaşık ve tehlikeli olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Ülke olarak bu tehditleri göz ardı etmemeli ve iç cephemizi güçlü tutmalıyız.
İşte devlet aklı böyle çalışır; tehlikeyi önceden sezer ve tüm hazırlıklarını yapar.
Amerikan gemileri Akdeniz’i adeta kuşatmışken, Türkiye’nin Muğla Dalaman’da kurduğu yeni hava üssü, karşı tarafa verilen en güçlü mesajlardan biri. Bu üssün Ege Ordu Komutanlığı bünyesinde olacağını belirtmekte fayda var. “Ne var bunda?” diyebilirsiniz, ancak bu çok önemli bir hamle. Çünkü Ege Ordu Komutanlığı, Yunanistan’dan gelebilecek bir saldırı karşısında NATO’dan bağımsız hareket etmek üzere kurulmuş bir kuvvet komutanlığıdır. Düşünün, Türk ordusu NATO’da ama Ege Ordu Komutanlığı NATO’nun dışında.
Ege Ordu Komutanlığı, 1974’te kurulmuş, Yunanistan’ın NATO’dan ayrılmasına neden olmuş bir ordudur. Yunanistan o gün bugündür, bu ordunun lağvedilmesi için sürekli baskı yapar. Biz bu orduyu lağvetmediğimiz gibi şimdi Muğla’da 16. Ana Jet Üssü’nü de kuruyoruz. Türkiye, bugün bu bölgede gücünü ortaya koyuyor.
Bu coğrafyada Türkiye’nin yapması gereken tek şey var: Güçlü olmak. Devlet Bahçeli’nin dediği gibi, bu topraklarda güçlü değilseniz yem olursunuz. Her yanımız düşmanla dolu, hatta içimiz bile. Eğer güçlü bir devletiniz, istihbaratınız ve ordunuz yoksa, bu coğrafyada bir saniye bile barınamazsınız. Türk milleti ise zaten askeri bir millettir, diğer milletlerden ayrışan en büyük özelliği budur. Eğer ordunuz ve savunma sanayiniz güçlü ise, millet de yaklaşan fırtınaya hazırlıklıdır.
Amerikalı bir albayın dediği gibi, “Türk devleti de savaşın eşiğinde olduklarını kamuoyuna açıklamak üzere şayet bunu bir İstiklal mücadelesi gibi sunarsa kamuoyu hiç şüphesiz savaşmak isteyecektir“.
Ancak albayın unuttuğu bir şey var: Savaş, Türk’ün düğünüdür. Bir emirle milyonlarca asker zırhını kuşanır ve cepheye gider. İşte bizi diğer milletlerden ayıran fark da buradadır.
İsrail’in bakanı Mescid-i Aksa’ya giriyor, neredeyse halay çekecek. Bütün İslam dünyası ise sadece izliyor, sessiz kalıyor. Bundan daha büyük bir utanç olabilir mi? Ancak ben hep şunu söylüyorum: Bu dünyada bir “Türk” var, bir de geri kalanları. Ve Türk, gerektiğinde ayağa kalkmasını bilir.
Bugün İslam dünyasına baktığımızda, Türk milletinin diğerlerinden ne kadar farklı olduğunu görüyoruz. Atatürk’ün önderliğinde, yoksulluk içinde, aç ve susuz kalmış bir halkın vatan, millet ve ezan için cepheye koştuğu o günlerden bahsediyoruz. Bu millet, anayasa ilkeleri veya demokrasi adına değil, vatan ve millet için savaştı. Şimdi ise dünyanın geri kalanına bakıyoruz: Gazze meselesinde birkaç ülke hariç, sesini çıkarabilen tek bir Müslüman devlet bile yok. Petrol milyarderi Araplar, sadece bir emirle dünyaya petrol krizini yaşatabilirlerdi, ama bunu yapmadılar.
Türkiye ise, Kudüs ve Filistin davasının tek gerçek savunucusu olarak dimdik ayakta duruyor. Sayın Erdoğan’a “kardeşim” diyen Haniye’nin Türkiye’ye olan ilgisi, Mahmud Abbas’ın Meclis’e gelmesi, Türk devletinin bu davada ne kadar kararlı olduğunu dünyaya bir kez daha gösterdi. İsrail Türkiye’ye alenen saldıracak cesareti bulamıyor; bunun yerine Güneydoğu Anadolu Bölgemizi karıştırmaya çalışıyor. Bunun en bariz örneği Suriye ve Esad üzerinden yapılan manipülasyonlar. Geçtiğimiz aylarda, Esad’ın Türkiye ile barışa yanaşması bekleniyordu, ancak o, Türkiye’nin çekilme tarihini şart koşarak yine oyalama taktiğine başvurdu. Bu tavır, Suriye rejiminin aslında Türkiye’ye uzlaşmaya değil, düşmanlığa devam edeceğini gösteriyor.
Esad İsrail devletin bir mensubu, aynı kanı taşıyor. Türkiye ile asla samimi bir uzlaşma sağlamayacak. Türk devleti, tarih boyunca bu düşmanlıkları hep kaydetmiş, zamanı geldiğinde hesabını sormuştur. Bugün de durum farklı değil; ister Esad olsun, ister Talabani, isterse de içimizdeki uzantıları, hepsi bir gün karşılarında Türk devletinin adaletini bulacaklar.
Esad, İsrail Suriye sınırına geldiğinde ülkesinin anahtarını altın tepside teslim edecek. Bu cümleyi herkes not etsin. Şu anda Türkiye ile görüşmeyi reddetmesinin ardında da bu var. Suriye’deki örgüt yapılanmalarını güçlendirirken, Güneydoğu’dan milyonlarca insanı Akdeniz ve Ege sahillerine yerleştiriyorlar. Bu insanlar toprak satın alıyor, kimlikleri Türk olduğu için karşı çıkamıyorsun. Ama Türkiye bir savaşa çekildiğinde, o maskeler inecek ve kimin kim olduğunu herkes öğrenecek. O gün geldiğinde, içeride ve dışarıda büyük bir savaşın ortasında olacağız.
Türkiye’nin yapacağı tek şey var: Güçlü olmak. Güçlü kalmazsak, bu topraklarda bir an bile barınamayız.
Allah, ülkemizi, milletimizi ve devletimizi korusun.