Mezopotamya’nın uçsuz bucaksız çöllerinde, binlerce yılın unutturduğu bir sır saklıdır: yıldız kapıları. Efsanelerde, dinlerde ve mitlerde gökten gelen varlıkların bu “ateşten geçitlerden” geçtiği anlatılır. Kimileri bunları ilahi köprüler sayar, kimileri ise açıklanamayan teknolojilerin yanlış yorumlanması. Arthur C. Clarke’ın dediği gibi: “Yeterince gelişmiş bir teknoloji, büyüden ayırt edilemez.” İşte bu cümlenin gölgesinde Saddam Hüseyin’in hikâyesi başlar.
Saddam Hüseyin, yalnızca Irak’ın diktatörü değil, aynı zamanda Babil’in yeniden doğuşunun mimarı olmak isteyen bir adamdı. Kendini Nebukadnezar’ın modern enkarnasyonu sayıyordu. Bu saplantı onu, Babil kalıntılarını restore etmeye ve milyarlarca dolarlık projelere sürükledi. Saraylarının tuğlalarına kendi adını kazıttı, Nebukadnezar’ın heykelleriyle kendini yan yana resmetti. Ama Saddam’ın gözünü diktiği tek yer Babil değildi; antik Ur şehri de onun takıntısıydı.

1980’lerin ortasında Nasiriye yakınlarındaki Ur’un büyük zigguratında restorasyon başlattı. Burada, iddialara göre, daha önce hiç kayda geçmemiş gizli odalar, mühürlü kapılar, anlaşılmayan yazıtlar ve tuhaf metal nesneler ortaya çıkarıldı. Sümer çivi yazısına benzemeyen semboller, spiral motifler ve yıldız şekilleri… Arkeologlar uzaklaştırıldı, ordu alanı kapattı. Bulunan eşyalar Irak Ulusal Müzesi’nin derin depolarına kaldırıldı. İşçiler arasında “Tanrıların odası” söylentileri yayılmaya başladı. Saddam’ın asıl amacı, Nebukadnezar’ın başlattığı işi tamamlamak, yani kadim tanrıların kapısını yeniden açmaktı.

2003: Neden O Yıl?
Saddam’ın takıntıları sürerken dünya başka bir dönüm noktasına hazırlanıyordu. 2003 yılı, ABD’nin Irak’a saldırdığı yıl olarak tarihe geçti. Resmî gerekçe belliydi: “kitle imha silahları”. Ancak aradan geçen yıllar içinde hiçbir silah bulunmadı. İşte burada devreye Dr. Michael Salla girdi.
1958 Melbourne doğumlu, uluslararası ilişkiler uzmanı, American University’de dersler vermiş saygın bir akademisyen olan Salla, kariyerini bir anda farklı bir yola çevirdi. 2004’te ortaya attığı iddia şuydu: Irak Savaşı’nın asıl nedeni Saddam’ın kontrolündeki yıldız kapısıydı. Ona göre Nasiriye yakınlarındaki Ur zigguratının altında bir portal gizlenmişti. Saddam bu sırra ulaşmaya çok yaklaşmıştı ve ABD, bu teknolojinin açığa çıkmasını engellemek için harekete geçti.
Salla’nın teorisine göre 2003 seçilmiş bir tarihti. Çünkü gizli odaların “zaman kilidi” açılmaya hazır hale gelmişti. Saddam, Alman mühendislerle çalışıyor, kapıyı aktif etmeye yaklaşıyordu. Eğer o kapı açılırsa, insanlık tarihini değiştirecek bir teknoloji dünyaya sızacaktı. ABD için bu kabul edilemezdi.
Altınlar Yerine Yazıtlar
ABD işgalde ilginç bir öncelik gösterdi. Ordular Bağdat’a girer girmez ilk hedefleri ne Saddam’ın sarayları ne de Irak hazinesindeki tonlarca altındı. İlk hedef Bağdat Ulusal Müzesi oldu. Görgü tanıkları, müzenin depolarının şerit patlayıcılarla açıldığını, seçilmiş eserlerin karanlık kutulara konup hızla götürüldüğünü anlattı.
Çalınanlar arasında altın külçeler veya değerli taşlar yoktu. Çivi yazılı tabletler, mühürler, Sümer Krallar Listesi, Anunnaki sembolleri barındıran eserler, Uruk Vazosu ve Lady of Warka gibi paha biçilmez tarihi objeler kayboldu. Neden? Çünkü altın kolayca izlenir, satışı risklidir. Ama bilgi saklayan yazıtlar, hem karaborsada eşsizdir hem de altından daha değerli olabilir. Eğer bu tabletlerde göksel teknolojilere dair şifreler varsa, bu, bir imparatorluğun yeniden doğuşunu bile mümkün kılabilirdi.
Dr. Salla ve Exopolitics
Michael Salla bu noktada daha da ileri gider. Ona göre ABD’nin operasyonu, sıradan bir işgal değil, “Exopolitics” çerçevesinde bir hamleydi. Yani dünya dışı varlıklar ve onların bıraktığı mirasın kontrolü için yürütülen gizli bir savaş. Salla, ABD elitlerinin “Kabal” denen bir grup tarafından yönlendirildiğini, bu grubun kadim sırları kendi çıkarları için kullandığını öne sürdü.
Salla’ya göre:
- Saddam yıldız kapısını bulmaya yaklaştı.
- Alman arkeologlar Gılgamış’ın mezarına dair ipuçları buldu.
- 2003’te zaman kilidi açılmadan ABD harekete geçti.
- Müzedeki eserler, kapının anahtarları olabilecek sembollerdi.
Resmî tarih bunları inkâr eder, akademi “bilim dışı” der. Ama işgalin hemen ardından yaşananlar –müze yağması, arkeolojik kazıların durdurulması, Gılgamış mezarının sırra karışması– tüm bunları daha da ilginç hale getirir.

Tesadüf mü, Yoksa Gizli Bir Savaş mı?
Bütün parçaları birleştirdiğimizde ortaya şu tablo çıkar:
- Saddam, Nebukadnezar’ın izinde Babil’i ve Ur’u yeniden ayağa kaldırıyordu.
- Ur zigguratında bulunan gizemli odalar söylentileri arttı.
- 2003’te Gılgamış’ın mezarına dair haberler yayıldı.
- ABD, “kitle imha silahı” bahanesiyle saldırdı, ama ilk işi müzeyi boşaltmak oldu.
- Altın değil, bilgi çalındı.
- Dr. Salla’ya göre amaç, yıldız kapısını kontrol altına almaktı.
Son Söz
Belki tüm bunlar yalnızca tesadüflerin bir araya gelmesidir. Belki de gerçekten Mezopotamya’nın derinlerinde, ateşten kapılarla göklere uzanan bir teknoloji yatıyordu. Saddam Hüseyin bunu açmak istedi, ama ABD ondan önce davrandı.
Mitler bize gökten inen tanrılardan, ateşten köprülerden, portallardan bahseder. İncil’deki ateş fırınından Enok’un göğe çıkışına, Sümer tabletlerindeki Anunnakilerden Hindu destanlarına kadar pek çok kültürde aynı motif tekrar eder. Peki bunlar sadece masal mıydı, yoksa unutulmuş bir teknolojinin yankıları mı?
Saddam’ın saplantısı, ABD’nin ani saldırısı, altın yerine çalınan tabletler ve Dr. Michael Salla’nın tezleri… Hepsi birleşince aklımızda tek bir soru kalıyor: Irak Savaşı gerçekten petrol ve siyaset için miydi, yoksa insanlık tarihinin en büyük sırrı uğruna mı verildi?